Tasavvuf, aslî itibarıyla şeriatın özü ve zühd ile hayata en ince ve en hassas şekilde tatbikidir. İbni Arabî (Kuddise Sirruhû) da bu hassasiyet üzere hayat sürmüş büyük sûfî imamlarından biridir. Bugün bazı kesimlerin onun ismini kendilerine bayraklaştırmak suretiyle felsefî birtakım fikirlerinin kaynağı olarak gösterme çabalarına aldanmamalı. İbni Arabî (Kuddise Sirruhû) son derece kabiliyetli, devrinin zirve âlimlerinin rahle-i tedrisâtında yetişmiş, büyük bir âlimdir. “Şeyhü’l-Ekber” unvanı onun tasavvuftaki üstünlüğünü, “Muhyiddîn” unvanı da ilmî alandaki üstünlüğünü ifade eder.
Tedrisata çok
küçük yaşlarda başladı ve kısa süre içerisinde önemli gelişmeler kaydetti. Her
şeyden evvel, üstün bir ahlâk sahibiydi. Zira annesi, Ensâr’dan bir zâtın
torunu, büyük sûfî hanımlardan biriydi. Babası da ilmî çevrelerde tanındığı
gibi, Sultanlar indinde de bilinen, meşhur ve maruf bir şahsiyetti.
Selçukluların yol göstericisi, sultanların rehberi idi. Kendisini günümüzde istismar etmeye ve hümanizm gibi bâtıl birtakım düşüncelere âlet etmeye kalkışanların aksine, büyük bir mücahiddi. Mü’minlere karşı yumuşak ve samimî olduğu kadar, küffara karşı hiddetli, tavizsiz ve şiddetli idi.
Son derece cesur, devlet büyüklerinden ve sultanlardan çekinmeyen, onların şeriata muhalif hâllerini ya da işlerini gördüğünde hiç çekinmeden ikaz eden, uzakta bulunması durumunda mektuplar göndermek suretiyle nasihatlerde bulunan ve çıkmaza düştüklerinde yol gösteren mânevî sultanlardandı. 22 Rebîülâhir 638 (M.1240) senesinde vefât etti. Kabri, Dımaşk’ta Kasiyûn dağı eteğindeki Sâlihiye semtinde bulunmaktadır. Mevlâ Teâlâ, sırlarını âlî eylesin!
0 Yorumlar